Aslında ben bir felsefeci değilim, sosyolog ya da uyduruk bir şekilde "hitapcı ya da hitap edici" hiç değilim. Bu başlıktaki yazılardan bir beklentim yok ya da zorunda kaldığım için de böyle bir yazı yazmıyorum. Yani böyle bir yazıyı yazdığım zaman hayatımda birşey değişmeyecek ya da birşeyleri değiştirmeyeceğim. Şu an sadece toplulukların içinde düşünceleri sindirilen, yalnız kalan, dışlanan her insanın yaptığı şeyi yapıyorum: fikirsel olarak hayatta kalmaya çalışıyorum; yani Charles Darwin'le ortaya çıkan, Herbert Spencer'ın ifade ettiği üzere "Survival of the Fittest", "Güçlü Olanın Hayatta Kalması"
Yazacak çok şey var, neyse bir yerden başlamak lazım... Charles Darwin'in türlerin kökeni isimli çalışması, canlıların çevreye uyum sağlamak için değişim geçirdiğini*** gösterir. Bu basmakalıp batı insanında canlıların hep aynı kaldığı fikrini temelinden yıkan bir çalışmadır. İşte, bugün bireylerin çevrelerindeki topluluklarda hayatta kalabilmek için nasıl "Survival of the Fittest" olduğunu incelemek istiyorum. Öncelikle yakın zamanda yaşadığım şöyle bir anımla başlayayım:
Yaşadığım mahallede park yeri az, araba çok olduğu için sürücüler çoğu zaman kaldırımlara arabalarını park ederler. Eee, haliyle insanlar bundan şikayetçi olduğu için bazen arabaların cam sileceklerini kaldırırlar. İşte, bir akşam yaşadığım apartmanın önünde bir gencin arabasının sileceğini koparılmış. Ben de apartmandan çıkarken, genç adam beni gördü ve bunu yaşadığım apartmandan kimin yaptığını sordu. Onun kesin yargısına göre araba yaşadığım apartmanın önünde olduğu için içerisindeki birileri arabasına zarar vermiş olmalıydı. Ayrıca, dediğine göre onun yaşadığı apartmanın önüne diğer apartmanların araçları geliyormuş ancak hiçbirinin arabasına zarar vermiyorlarmış.
Öncelikle bu genç arkadaşı haklı bulduğumu söyleyerek başlayayım; hiç kimse hiç kimsenin malına zarar veremez, buna hakkı yoktur. Ancak, önyargılı bir şekilde suçlunun herhangi bir bireyden çok bir apartman olduğu söylemesi... Evet, insanların topluluklara entegre olarak hayatta kalma içgüdüsünün en bariz örneklerindendir bu. Bireyler yaşadıkları apartmanlara, yani topluluklara, kendini adar ki kendisine zarar verebilecek bir durumda apartmanı onun yerine karar versin.
Biz insanoğulları; hayatta kalabilmek için yemeye, giyinmeye, arkadaş edinmeye ihtiyaç duyan zayıf yaratıklarız. Bunun içinde topluluklar kurar, en güçlü olduğunu bildiğimiz topluluklara sığınırız. Gün gelir, içinde bulduğumuz topluluklar zayıflarsa, güçlü olanın yanına kaymaya çalışırız. Bu esnada belki onurumuzdan, karakterimizden hatta inancımızdan kaybederiz; ama kaybettiğimizi bilmek istemeyiz belki de umursamayız.
Kendimizi "şuncu, buncu, şöyleci, böyleci, oist, şutik, veni vidi vicici" diye sınıflandırak; madden ya da hiç olmazsa "ruhen" sağlam bir konumda olmak isteriz. Kim ki arabasının arkasında holigan spor takımının amblemlerini, parti-boy amblemleri ya da istizm'cilerin afilli sözlerini taşır; ona trafikte kim dokunabilir ki ? Bilmem ne nerdeğine üye olunca sana açılabilecek iş,aş kapıları olmaz mı her zaman ? Yirmiye bir dövüşerek Kasımpaşa çorbası olabilecekken, yirmiye kırk, altmış, seksen, yüz dövüşmek yaramaz mı insana ?
Aaa bir de kültürel gruplaşmalar var. Mesela insanların kameralı telefon alarak fotoğraflarını sağda solda paylaşması... Böyle bir telefonun yoksa (hele bir ince uçlu şarjı olan bir telefonun varsa) birileri seni "ne cüret" diye azarlamıyor mu ? Mesela, gittiğin her yerde check-in yapıp, selfie çekmeye başlarsan hayatı dolu dolu yaşayanlar topluluğuna girer, böylece yaşamsal olarak üstün bir elit sınıfa ait olduğunu hissedersin... Bu manen bir güç değil mi ? En moda elbiseleri giyebilmeli, en trend barları ve restoranları bilmeli, bestseller kitapları okumalı, hitbox filmleri izlemelisin ki arkadaşların, sevgililerin karşısında cahil düşmeyesin. Hatta yakın zamanda "dıttırıyı çok şekerli içiyorsun, şekerli içme" topluluğu diye birşey çıktı; tabii insan şekerli dıttırı içince topluluğun yaşam oranı pat diye düşüyor.
Tabii, aşk toplulukları bile var artık. Şimdi, her 'moderin' bireyin otuzuna kadar bir bölük sevgilisi olması lazım ki, tecrübeleri neticesinde evlendiği kadının hayatını mahvedip mahvedemeyeceğini anlasın. Hatta 'çağdaş', 'evlenme döneminde' olan bir sevgilinin bile en az üç sevgilisi olmalı: Biri görünen, biri görüneni aldattığı biri de kendisine kör kütük yanık olan... Böylece evlenmeye ihtiyaç duyduğu anda yanında kalan birini bulabilsin.
Tamam her şeyi anlarım, biz hayatta kalmak için bir arada yaşamak zorundayız, katılıyorum. Peki, bizim kurduğumuz topluluklar, birbirini niye sindirmeye çalışıyor ki ? Beraber yaşayamaz mıyız ?
Hayır, çünkü toplulukların yaşama hatta adaptasyon şansı insanlara göre daha azdır. Bir kişi bir ekmeğe sağol der, bin kişinin önüne koyarsan birbiriyle kavga eder (buralara iyi hazırlanmadım, varsayım geçiyorum). Birde, insanlar için dünyanın kofti malları gelip geçici bir heves gibi sanki... Bu gelip geçici heveslerin yerine başka bir şey koymak istiyor insan; bu yüzden bulunduğu topluluktan ayrılıp, başka bir topluluğa geçiyor.
Evet, bu yazının sonuna gelirken bir problemi ya da bir durumu belirtip size herhangi tavsiye ya da sonuç vermedim. Kimilerine göre doğru, kimilerine göre yanlış... Bakalım, neyin ne olduğu zamanla belli olur diye umuyorum.
Not:
***Charles Darwin'in bu çalışması, çok sonraları, insanın maymundan geldiği gibi ( bana göre) alakasız bir yere varmıştır, Sadece insanların çevreye adaptasyonundan kökeninin maymundan geldiğine dair bir kanıt nasıl sunulabilir, merak ediyorum; ya da madem bu zamana kadar maymun hayatta kalabilmek için insana evrildi o zaman niye dünyada hala şempanze ya da maymun var bilmiyorum. Açıkcası, doğadaki hayvanların insanlara göre çok çok güçlü olduğu düşünülürse; madem ki böyle bir tek köken var niye tam tersi olmadı da zeki, çok beyinli hayvanlar insanlardan türemedi diye düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum yaparak bize yardımcı olursanız çok memnun oluruz. Şimdiden teşekkürler